Rönesans kelimesi çoğumuzun da bildiği üzere yeniden doğuş anlamına gelmektedir. Peki neyin yeniden doğuşu diye soracak olursak kısaca klasik antikitenin yeniden doğuşunu temsil etmektedir. Bu dönem hümanizmanın ön plana çıkmasıyla kilisenin etkisinin azaldığı ve eski Yunan-Roma kültürünün tekrar su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Hristiyanlığın etkin olduğu önceki dönemlerde Roma’daki hakim inanışlar pagan olarak nitelendirildiği için, bu dönemdeki antik sanatın da hristiyanlıkla sarsıldığı ve kesintiye uğradığını söylemek mümkün. Orta Çağda din insan hayatının temelini oluşturur ve hayatın normal akışını kontrol ederken, rönesans döneminde dini otorite dışında güce sahip ailelerin spesifik bölgelerde ortaya çıkmasıyla birlikte, maddi özgürlüklerinin gücüyle bir çok sanatçıyı koruması altına alıp çalıştırmışlardır. Medici Ailesi gibi. Medici Ailesi bir çok bilim insanı ve sanatçıyı çalıştırmış, yıllarca kendi koleksiyonları için eserler ürettirmiştir.
Sanatta rönesans dönemi yaşanırken, aynı dönemde kilisenin de bir ayrışma döneminde olduğunu unutmamak gerekir. Protestanlığın ortaya çıkışı, İncilin matbaada basılıp başka dillere tercüme edilmesi dini otoritenin çözülmesinde etkin bir faktör olmuştur. Bu dini bunalım sayesinde de rönesans düşüncesi ön plana çıkmış, eskiye özlem ve hümanizm düşüncelerinin etkileriyle kilisenin kontrolünde olan eserlerde dahi bu akımın doruk noktalarını görmemiz mümkün oldu. Dini otoritenin çözülmesi diyince tabii aklınıza hemen insanların dinden uzaklaştığı gelmesin. Çünkü olan durum bu değil, ancak dini bilginin insanların ulaşabileceği noktada olması dinin değişmez katı halini akışkan bir hale getirdiğini söylemek mümkün. Roma imparatorluğunda hristiyanlık yayılırken eski roma inancına duyulan düşmanlık sebebiyle bu “pagan” diye nitelendirilen dinin yapıları kiliseye çevrildi ve tanrılarının heykelleri yıkıldı. Bundan dolayı da eski sanat anlayışı da hristiyanlık sebebiyle gün yüzüne çıkmadı dersek çok yanlış olmaz. Ancak rönesans döneminde ise eski tanrıların görünümleri dahi hristiyanlığa uyarlanarak kullanıldığını söylemek mümkün. Hatta öyle ki bu dönemde direkt olarak pagan inançlarını anlatan Venüs’ün doğuşu, Bacchus ve Ariadne, Jupiter ve İo gibi tablolar görmek mümkün. Bu dönemde sanatçıların bu Yunan/Roma tanrılarını resmedebilmeleri devrim niteliğinde.
Peki sanatçılar antik dönem eserlerini nasıl gözlemledi? Antik dönemdeki mimari ögeler ve heykeller sanatçılar için ilham kaynağı olmuş ve bu eserleri referans alarak yeni sanat eserlerini ortaya çıkartmışlardır. Anatomik olarak oldukça gerçekçi eserlerin ortaya çıktığı bu dönemde perspektifin buluşu da bir devrim niteliğindeydi. Rönesans’tan önceki dönemde, gotik resimlere baktığımızda üç boyutlu algının olmadığı, perspektifin bilinmediğini görmekteyiz. Ancak rönesans döneminde perspektifin bulunmasıyla birlikte üç boyutlu dünyanın iki boyutlu bir tabloya iz düşümünün sağlanması, derinlik algısının bu eserlerde kullanılmasını sağladı.
Alihan Altın