Paris’te Ekim ayının ortası sanat dünyası için özel bir anlam taşıyor. Art Basel Paris, Fransız sanat takvimine kalıcı olarak yerleşmiş durumda ve şehrin müzeleri de bu etkinliğe denk gelen dönemde en prestijli sergilerini ziyaretçilere sunmayı tercih ediyor. Bu durum, sanatseverler için şehirdeki sayısız etkinlik arasında seçim yapmayı zorlaştırırken, bazı sergilerde yüzlerce eser sergileniyor olması işleri daha da karmaşıklaştırıyor.
Diğer Art Basel fuarlarına kıyasla, Paris’teki müze sahnesi oldukça farklı. Basel ve Hong Kong’daki fuarlarda daha az müze bulunurken, Miami Beach’teki sergiler genellikle daha gösterişli ama sanat açısından zayıf projeler oluyor. Oysa Paris, daha zengin içeriklerle dolu sergilere ev sahipliği yapıyor.
Paris’te bu dönemde çeşitli türlerde sergiler mevcut. Sanat tarihinin köklü isimlerine odaklanan büyük sergilerin yanı sıra, yükselen ve orta kariyer sanatçılarına yer veren modern sergiler ve deneysel çalışmalar da şehirdeki sanatseverlerin ilgisini çekiyor. İşte bu sergilerden bazılarına yakından bir bakış.
Musée d'Orsay'da "Caillebotte: Painting Men" Sergisi
Gustave Caillebotte, genellikle Empresyonistler arasında yer alsa da, tarzı ve hayatı diğer sanatçılardan oldukça farklıydı. Orta sınıf bir aileden gelen Caillebotte, Montmartre'deki diğer sanatçılar gibi geçim derdi çekmek zorunda değildi. Hatta Empresyonist sanat eserleri toplayarak, 40 kadar eseri Fransız devletine bağışladı. Buna rağmen, sanatının stil olarak Monet’nin manzaralarındaki bulanıklık ya da Cézanne’ın fırça darbelerinden oldukça farklı olması, onu sanat dünyasında daha akademik ve geleneksel bir ressam gibi gösterebilirdi. Ancak Musée d'Orsay'daki bu sergi, Caillebotte'nin ışık ve detay konusundaki duyarlılığını gözler önüne seriyor.
Sergide Caillebotte’nin erkek figürlerini ön planda tuttuğu eserlerine yer veriliyor. Örneğin, en ünlü eserlerinden biri olan The Floor Scrapers (1875), gömleksiz adamların parkede çalıştığı bir sahneyi tasvir ediyor. Bu tablo, detaylarıyla dikkat çekerken, aynı zamanda erkek bedeninin erotik bir şekilde resmedildiği de hissediliyor. Aynı şekilde, Jeune Homme à sa Fenêtre (1876), sanatçının kardeşi René'yi balkonunda dışarı bakarken gösteriyor. Bu eserlerdeki erkek figürleri, hem sanatçının erkekler üzerindeki hayranlığını hem de modern erkek idealine olan ilgisini yansıtıyor.
Caillebotte’nin eserlerinde erkeklerin böylesine ön planda olması, onun döneminde evlenmemiş ve çocuksuz bir adam olarak toplumda marjinalleştiğini gösteriyor. O dönemde bu durum skandal sayılırken, Caillebotte bu erkekleri resimlerinin merkezine koyuyor. Ancak sanatçının cinsel yönelimi hakkında net bir bilgi olmasa da, bu sergi izleyiciyi bu konuda düşünmeye sevk ediyor. Müze, serginin ardından Los Angeles’taki Getty Müzesi ve Chicago Sanat Enstitüsü'ne taşınacak, bu yüzden bu eserleri bir daha görmek uzun süre mümkün olmayabilir.
Palais de Tokyo'da "Tituba, qui pour nous protéger?" Sergisi
Palais de Tokyo’da yer alan bu sergi, Salem Cadı Mahkemeleri’nde “büyücülük” yaptığı iddiasıyla suçlanan ve köleleştirilen Tituba figürünü temel alıyor. Sergi küratörü Amandine Nana, bu sergide, Maryse Condé’nin Fransızca yazdığı Ben, Tituba: Salem’in Kara Cadısı adlı romanını referans alıyor. Bu roman, tarihi kayıtlarda sınırlı bilgilere sahip olan Tituba’nın iç dünyasını hayal ederek onu daha derinlemesine inceliyor.
Sergiye katılan 11 siyah kadın sanatçı, eserlerinde Tituba’nın yaşadığı travma ve kederi işliyor. Montreal merkezli Miryam Charles, kuzeni Tessa’nın anlamsız cinayetini işlediği bir video ile izleyiciyi derinden etkiliyor. Naudline Pierre’in devasa kağıt çalışmalarında ise, ruhlar ya da atalar havada süzülüyor, her ne kadar uzak görünseler de asla çok uzak değiller. Sergi, geçmişle olan bağlarımızı sorgularken, aynı zamanda atalara ve köklerimize dair derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor.
Bourse de Commerce’de “Arte Povera” ve Pompidou’da “Sürrealizm” Sergileri
Bourse de Commerce’deki “Arte Povera” sergisi, 1960’ların İtalyan avangart sanat akımına odaklanıyor. Sergi, çeşitli sanatçıların eserlerini aynı alanda bir araya getiriyor ve bu sanatçıların farklı yaklaşımlarını ortaya koyuyor. Bir yandan bu çeşitlilik etkileyici olsa da, serginin genel olarak akımı nasıl birleştirdiği konusunda net bir fikir vermemesi eleştiriliyor. Yine de sergi, ışık dolu ve zarif bir sunumla izleyiciye sunuluyor.
Pompidou’daki Sürrealizm sergisi ise, tam tersi bir atmosfere sahip. Sergi karanlık bir ortamda, yaklaşık 500 eserle izleyiciyi büyülü bir dünyaya sokuyor. Serginin labirent gibi düzeni, ziyaretçiyi gerçeklikle hayal dünyasının iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkarıyor. René Magritte ve Dorothea Tanning gibi sanatçıların eserleri sergide öne çıkan isimlerden sadece birkaçı. Ancak, bazı sanatçılara aşırı yer verilmiş olması ve sürrealizmin yalnızca Paris merkezli beyaz erkek sanatçılarla sınırlı tutulması eleştiriliyor.
Lafayette Anticipations’da Martine Syms Sergisi
Martine Syms’in bu retrospektif sergisi, sanatçının henüz 40 yaşını doldurmamış olması nedeniyle bazı eleştiriler alsa da, sergi oldukça etkileyici. Syms, dijital çağın ironisini ve varoluşsal sorgulamalarını güçlü bir şekilde işliyor. Sergide Syms’in, sanat dünyasının ticari yanına dair yaptığı eleştiriler dikkat çekiyor.
Serginin sonunda ziyaretçilerin tüm sergi boyunca izlendiğini fark ettiklerinde, bu durum rahatsız edici bir sürpriz olarak karşılarına çıkıyor. Syms’in sergisinden, sanatçıların günümüzde sadece birer meta haline getirildiği gerçeğiyle ayrılmak mümkün.
Paris, Ekim ayı boyunca sanat dünyasının en gözde etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Caillebotte’nin erkek figürlerini ön plana koyan sergisinden, Tituba’nın ruhunu yeniden canlandıran çağdaş sanatçılara kadar, şehirdeki sanat sahnesi, izleyicilere zengin ve çeşitli bir içerik sunuyor.